Hayatın içinden gezi notları

İki günlüğüne Antalya, Alanya’ya tatil ve iş görüşmeleri için gittim, ama nerede o eski tatiller dedim... Size önce otellerin doluluk oranlarından bahsedeceğim.

Fuat Akyol Fuat Akyol

Aslında bügünkü yazım aşk ve sevgi üzerine olacaktı, fakat olgunlaşmadığını düşünerek kısa da olsa gezi notlarımı paylaşmak istedim. Daha da yararlı olacaktır.

İki günlüğüne Antalya, Alanya’ya tatil ve iş görüşmeleri için gittim, ama nerede o eski tatiller dedim... Size önce otellerin doluluk oranlarından bahsedeceğim.

Oteller dolu, özellikle Ukraynalı ve Rus turistler ağırlıklı olarak, ama Türkler de azınmayacak kadar varlar... Gelelim neler değiştine; tanısalar bile kapıdan girerken sürekli kapı numaranız ve adınız soyadınız soruluyor, yaklaşık olarak otelin güvenliğinden geçerek odanıza gitmeniz beş dakika sürüyor, çok şikayet olsa da bu kötü değil tabiî ki, oteller de güvenliği en üst seviyede tutuyorlar... Gönül rahatlığıyla gidebilir, tatilinizi yapabilirsiniz..

Gelelim büyük otellerin en büyük sorunu, her şey dahil sistemine... Yani üç öğün yemek ve ara öğünler yemekler hala kötü, bu gittiğim otelden değil... Her şey dağil otellere giden arkadaşlarım da söylüyor, kısacası sadece salata yiyebiliyorsunuz, geçen sene turizm sezonun kötü geçmesi odalara bile sirayet etmiş durumda.

Önceden iki adet sabun, iki adet şampuan, kulak pamuğu, iki adet duş jeli, iki adet havlu bırakılırdı, şimdi ise bir kişiyseniz anında içerdeki bütün eşyaları değiştiriyorlar, şampuanınız yarım ise yenisini bırakmıyorlar, kulak pamuğunu kullandıysanız yenisini getirmiyorlar.

Oteller turizm sezonunun kötü geçmesine kendilerince önlem almış durumdalar, ama dediğim gibi bu sene turizm yerli ve yabancı turist anlamında iyi geçecek gibi gözüküyor.

Yerli turist geçen seneden iyice bunaldığı için rahatlama hissiyatında, yabancı turist ise başta Ukraynalı ve Rus turistler olmak üzere gelmeye başlamış durumdalar. Bu arada emniyet kontrolleri sıkı ve yerinde, sadece trafik ışıkları insanı canından bezdiriyor, çok uzun yanıyor, beş dakikalık yolu on dakikaya uzatabiliyorsunuz...

Gezilecek yerler mi? Olmaz mı... Her şey dahil olduğu için kimse otelden çıkmak istemiyor, ama siz çıkmak isterseniz Damlataş Mağarası’nı mutlak gezin ve görün. Mağara, Alanya merkeze bir kilometre uzaklıkta yer alan karstik bir mağaradır. Milyonlarca sene önce meydana geldiği tahmin edilen mağaranın kireç taşı ve mermer duvarlarındaki çatlaklar deniz dalgalarıyla yüzey sularının aşındırması neticesinde oluşmuştur.

Mağaranın içi sarkıt ve dikitlerle kaplıdır, mağara deniz kıyısında ve 1948 yılında bulunmuştur. Astım hastalarına iyi geldiği söylenmektedir, bu mağara sabah altı ile on arası astım hastalarına belediye tarafından tahsis edilmiştir... Gitmenizi şiddetle tavsiye ederim.

Bu kısa bilgiden sonra mağaradan çıkıp yolunuza devam edince, altı kilometre sonra Dim Çayı’na ulaşıyorsunuz. Toroslar'da doğan çay, yaklaşık altmış kilometrelik bir seyir izler, bu seyrin son kısımları Alanya sınırları içindedir, ayrıca bu çayın üzerinde baraj ve hes bulunmaktadır. Hes Türkiye’nin 122. büyük hidroelektrik santralidir ve ben barajlara ve hidroelektrik santrallare karşı olduğum için olumlu bulmuyorum...

Doğayı ve suyu kirlettiğini bütün yaban hayvanlarının yaşam alanlarını bitirdiğini düşünüyorum, konuyu çok fazla uzatmadan Dim Çayı’nın üzerindeki restaurantlara göz atmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Yerler tam olarak suyun kenarına ve üzerine kurulmuş ağırlıkla sattıkları balık ve et, fakat yenilecek gibi değil...

Biz yaklaşık on kişi gittik, kimse balığını ve etini yemedi, herkes garsona yemeklerin çok kötü olduğunu söyledi, fakat bir sonuç alamadık. İçimizde ne bulursa yiyen arkadaşlar bile aç mı aç geri döndük, ama hesabı ödedik, fiyatlar da azınmayacak kadar fazlaydı...

İçimizde geç uyandığı kahvaltı yapmadan gelen kardeşim, hiç bir şey yiyemeden geri döndü, bu restaurantların böyle olmasının nedeni ise, sanırım 'nasıl olsa turist geliyor, bir gelen bir daha gelmez mantığı' olsa gerek...

Alanya Belediyesinden rica ediyorum, böyle güzel bir doğa ve turist akınının olduğu restaurantları sık sık denetlesinler. Ben bunu ne Fethiye’de ne Bodrum’da ne de Marmaris’te gördüm... Hepsi gayet kaliteli iyi hizmet eden yerlerdi.

Eleştirilere başlamışken, bir eleştirim de THY için.. Dünyanın parasını verip business bilet alıyorsunuz, koltuklar normal arkadaki gibi üç kişilik... Alanya Gazipaşa’ya geldiğinizde ne CİP salonu var, ne de CİP girişi... Buradaki derdim, eğer uçağınız buna uygun değilse CİP ve girişiniz yoksa dünya kadar paraları alıp insanları mağdur etmemek gerekiyor.

Aynı sorunu Sabiha Gökçen’den Berlin’e gidiş dönüşte de yaşamıştık, uçaklar uygun değilse normal yolculuk ücreti alınmalı diye düşünüyorum...

Gelelim diğer büyük bir soruna, özelikle bunu Asyalı ve Arap kardeşlerimde her uçuşumuzda görüyorum, telefonlar uçak kalkana kadar açık, kapatıp kapatmadıkları belli değil, ayrıca telefon uçak modunda iken sorun olup olmayacağına THY bir açıklık getirmeli. Telefonlar yüzünden ben dahil bir çok insan panikatak hastası oldu (tanıdığım çok sayıda insan var) kalkış ve inişte uçak modu yeterli diye açıklama yapılmalı ya da ciddi bir kontrole tabi tutulmalı... Mesela yanımdaki arkadaş, telefonu çekse neredeyse havada konuşacaktı, daha lastikler yere değmeden telefonu açtı, mesajlar gelmeye başladı...

Bunun önlemi alınmalı, tabii sorun olma ihtimali varsa... Yoksa bize söylenmeli gönül rahatlığıyla uçmalıyız.

Bir de vatandaş ayağı var ki, bahsetmek bile istemiyorum... Sadece şunu söyleyeceğim bu ne bağımlılık? Beş dakika telefondan uzak durup sosyal medyaya ve mesajlara bakmasa ne olacak? Dene, hatta çok mutlu olacaksın ama nerede? İmkansız bu...

Bir gün uçak kalkış için piste yanaştı, hosteslere yerinize oturun çağrısı yapıldı, artık kalkışta ikinciyiz.. Birinci uçak kalktı bile, bir hanımefendi yanında başka bir hanımefendi tam önümdeler, hanımefendi mesaj atıyor, ona mesaj geliyor diğeri telefonu lütfen kapat kalkıyoruz dedi, ne dese beğenirsiziz.. 'Sana ne' diye cevap verdi ve bir sürü laf söyledi... Hanımefendi uçak havadayken hostese şikayet etti ve hiçbir sonuç alamadı...

Durum bundan ibaret, lütfen sadece biz yokuz, sadece uçakta değil her yerde, sadece insanlara değil, bu dünyayı diğer canlılarla da paylaştığımızı unutmayalım ve hepsinin hakkına saygı gösterelim...

Sonra uçağımız indi İstanbul’a ve Beyoğlu’na doğru yola çıktım... İki günlük tatil bana çok iyi gelmişti ama, Beyoğlu tüm ihtişamıyla karşımda dimdik 'yıkılmam' diye duruyordu.. Fakat Beyoğlu’nda bir sorunumuz var, hem de çok büyük bir sorun...

Değnekçi dediğimiz insanlar artık Beyoğlu’nun heryerinde cadde üzerinde insanları zorla çekip, saçma sapan mekanlara sokmaya çalışıyorlar...

Beyoğlu belediyesi ve Emniyet Müdürlüğü’nden ricam, bunların daha fazla üzerine gidilmesi, ancak bu şekilde Beyoğlu daha iyi yaşanır ve istediğimiz gibi cıvıl cıvıl, herkesin geldiği eski günlerine döner..

işte bundandır derdimiz Beyoğlu…